ELİF ÇAKIR: OBAMA GİBİ GELDİ, BUSH OLDU (ARŞİV HABER)

ELİF

(11.11.2008)  ELİF ÇAKIR/ TARAF ’A YAZDIĞI YAZI İLE ŞU GÜNLERDE STAR’A YAZDIĞI YAZILARI KARŞILAŞTIRMAYI SİZ DEĞERLİ OKUYUCULARIMIZA BIRAKIYORUZ…

 

“Abdullah Gül kardeşim”

Tayyip Erdoğan, “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını çok seviyor(du).

Kendisini yakından tanıma fırsatım hiç olmadı ama icraatlarının izinden takip edebildiğim kadarıyla, “beraber yürüdüğü” kişilere karşı vefalı olarak biliniyor(du).

Ama bir özelliği var ki, Hoca’sından aynen ona aksetmiş. Eleştiri (pozitif veya negatif olsun) dinlemeye hiç tahammülü yok. Hemen agresifleşiyor ve gözü kararıyor. Ağzına geleni söylüyor. (Taraf gazetesini de sindirmeye kalkıştı ya, artık bu konuda söyleyecek pek söz yok.)

Hani “Başkanın adamları” diye bir tabir vardır. Başkan, kendisiyle birlikte bu adamlarca üretilen “ortak aklın” icraatını yürütür. Tayyip Erdoğan’ın yollarda beraber yürüdüğü “adam”ları bir bir yanından ayrıldı. Bir kısmını da kendi harcadı. (Bakınız: Genel seçimlerde Milli Görüşçü olarak nitelendirilenlerin tasfiyesi.)

Öte yandan medyada da Tayyip Erdoğan’ın yanında sağlam düşüncelerle destek olanların sayısı da gün geçtikçe azalıyor. Çünkü Tayyip Erdoğan, medyayı satın almakla, kendine bağlı medyalarda her gün pembe dizi senaryoları yazılmakla her şey halledilebilir zannetti.

O medyaların hali de ortada.

Satın alınan her gazete ve televizyona sanki bir sihirli el değiyor, her şeyi aynılaştırıyor.

Turgut Özal’ın adını sık sık anan Tayyip Bey, onun gibi davranamıyor çünkü.

Turgut Özal, düşünceleriyle, icraatlarıyla, olumlu yönlerini destekleyenlerin yanı sıra kendisini sevmeyenlerle bile sağlam ilişkiler temellendirebiliyor, onların birikiminden istifade ediyordu. (Bunların ismini anmaya gerek yok.)

Tayyip Erdoğan’ın bugün medyada düşüncelerinden istifade ettiği kimse var mı acaba?

AKP medyasında en fazla istifade edebileceği kişi Fehmi Koru’ydu, onun da Erdoğan’ın Kürt politikasındaki son çıkışlarından sonra partinin gittiği yere bakarak sabrı taştı. (Ali Bulaç da bir süre önce ekranlara çıkıp AKP’nin gidişatı ve kitlelerin umudunu bu olumsuz çizgide tüketişi üzerinde önemli eleştirilerde bulundu.)

“Başkanın adamları” demiştik ya. Bugün Abdullah Gül yanında yok, Abdüllatif Şener yanında yok, Ali Coşkun yok (dolayısıyla Korkut Özal faktörünü de kaybetmiş görünüyor), Bülent Arınç’ı umumi istek üzerine itekledi. Mehmet Aydın flulaştırıldı. Cüneyd Zapsu zaten en önce gemiyi terk etti (ki Zapsu, Tayyip Erdoğan’ı uluslararası platformda da lanse eden, ilişkilerini toparlayan kişiydi). Abdullah Gül de öyle. AKP’nin uluslararası platformdaki ilişkilerinin en önemli koordinatörüydü. (Ali Babacan’ın durumu biraz farklı. Genç yaşta kendini birdenbire uluslararası arenada kurtlar sofrasında bulan Babacan, suhuletle bu işi sürdürüyor. Fakat Ali Babacan’a bir “ofis boy” muamelesi çekildiği izlenimi de kamuoyunda yaygın.)

Peki, ne oldu da, 2002’de beraber yürüyenlerin yolları böyle ayrılmaya yüz tuttu?

Fehmi Koru’nun “Obama gibi geldi, Bush oldu” mealindeki ifadesinin arkasında, büyük bir kırılma mı yaşanıyor? 

Hürriyet’ten Erdal Sağlam’ın aktardığı, Abdullah Gül’ün Türkiye Bankalar Birliği ziyaretindeki konuşmalar dikkat çekici.

Cumhurbaşkanı, “böyle bir konjonktürde hükümetin yerel seçimleri düşünerek hareket etmemesi gerektiğini” söylüyor. Tamam, burası tarafsız bir cumhurbaşkanının yapacağı uyarılardan biri. Yerinde bir uyarı. Fakat görüşmenin ikinci önemli kısmı var ki burası daha bir anlamlı.

Bankacılardan krizin Türkiye’ye yansımalarını ve yapılması gerekenler hakkındaki görüşlerini dinleyen Cumhurbaşkanı, “Başbakandan randevu alıp bir an önce bunları kendisine anlatın,” diyor. Genel müdürlerden biri de şaka yollu “Efendim, Sayın Başbakan’la yapacağımız görüşmeye siz de gelseniz, daha iyi anlatırdık,” diyor. Abdullah Gül ise bu sözlere gülümsemekle yetiniyor.

Cumhurbaşkanı’nın böyle bir söze gülümsemekle yetinmesi manidardır.

Haberin medyaya intikali bile ciddi bir yarılma göstergesidir.

Bankacılar hükümete laf anlatamıyorlar, Cumhurbaşkanı’ndan himmet istiyorlar.

Banka genel müdürlerinden kimin böyle bir söz söylediği önemli değil, bu söz karşısında Cumhurbaşkanı’nın tavrı bence önemlidir ki, haberin yansıması doğru ise, “gülümsemekle yetinmek” başbakanlık makamına yönelik istihzanın kabulü anlamına geliyor.

Tayyip Erdoğan’ın yalnızlığa terk edilerek sürekli hata yapmaya zorlanması gibi bir atmosfere girmiş bulunuyoruz sanki.

Uluslararası arenadaki ilişkileri zayıflatılan, içerdeki desteği azalan Tayyip Erdoğan’ın, içe kapanması sürecine girdiği bir gerçek. Bu da “Paşasının Başbakanı” manzarası çıkarıyor karşımıza.

AKP, yedi yıllık iktidarı süresince çok önemli özelleştirmelere imza atarken, partiyi devletleştirmeye başlaması garip bir gelişmedir.

Bu gelişmelerin hayra alamet olup olmadığını önümüzdeki süreçte göreceğiz. 

Top