Suçluyu takip eden polis ve savcıları görevden alan, bunların yerlerine, yolsuzluk ve rüşvetçi oldukları bilinen, düzenin işkence uzmanı polis ve savcılarını yerleştiren AKP, artık güvenilirliğini yitirmiştir.
İslamcı tarikat ve cemaatlere üye olan AKP’ li bir patronu sorgulamak artık mümkün değildir: buna yanaşmaya kalkan her savcı, belge arayan her polis darbecidir ve ve sürülmeye mahkümdur…
Artık, Erdoğan’dan izin almadan, dünyanın en hızlı gelişen ekonomisinin temel taşları olan Müslüman Türk iş adamlarına, bakan ve diğer devlet memurlarına yanaşmak her yiğidin karı değildir..
R.T. Erdoğan’a göre ise herşey yeni başlıyor: yakında AKP hücrelerine sızan Haşhaşiler temizlenecek, muhteşem Çamlıca camisinin minarelerinin heybeti ve yerden mantar gibi fışkıracak AKP yanlısı savcı ve emniyetçilerin loyalitesi ile Üsküdar’a yönlendirilen Allahu Ekber haykırışları, ülkeyi içerden sarmış bu şeytani güçleri korkutup kaçırtacaktır!
Bugün Türkiye’de, Türklere ve Sunni İslama tanınan hakların hiçbiri Alevi ve Kürtlere tanınmamışken, onbinlerce siyasal tutuklu varken, yolsuzlukları ortaya çıkaran savcı ve polisler suçlu gibi gösterilirken anayasal düzenden bahsetmek büyük bir iki yüzlülüktür.
Mahkemeye göndermediği, kanun üstü ilan ettiği oğlu ile, Çamlıca tepesine kurulacak yüksek minereli caminin teftişini yapan R. T. Erdoğan, rüşvetçi, sahtekar, hilekarlığın her çeşidini mübah gören ne kadar kriminal çeteci varsa, bunların hepsini Türkiye’nin en iyi iş adamları diye tanıtmaktan geri kalmadı.
R.T, Erdoğan’a göre, bu iş adamlarına kimse dokunamaz! Bunları hiç bir savcı ve polis sorgulayamaz, bunlar Türkiye’nin ekonomisini ayakta tutan ve muhteşem kalkınmayı sağlayan süper Müslüman patronlardır. Bunlar kanun üstü olarak kalacaklar, bunları dinleyen polis işten atılacak, sorgulamaya kalkan hakim ve savcılar ise hemen sürülecektir.
“Müslüman patronlar” ahalisinin önderi Tayyip Erdoğan, Anadolu ve İstanbul’un tarih içinde geleceğe uzanan kaderine ters, yıkıcı bir rol oynamıştır, bu diyarı bir tür çıkmaz sokağa sokmuştur.
Birinci fetret döneminde olduğu gibi, ortada bir devlet enkazı ve parçalanmış / dağılmış bir merkezi iktidar bulunuyor. Fetret, tarihsel ve siyasal olarak sürdürülemez bir durumdur. Geçicidir. Ya şehzadelerden biri diğerlerini tasfiye ederek mülkün (devletin) ve merkezi iktidarın birliğini yeniden kuracak ya da ülke dağılacaktır.
Bu yolsuzluk vs. hikayelerinden öte, Tayyip Erdoğan Türkiye’yi tamamen Uganda veya Kenya benzeri bir devlet sistemine benzetme yoluna girmiştir.
MİT’in 8 ay evvel Erdoğan’a verdiği rapor, hükümet üyelerinin yolsuzlukları hakkındaki resmi raporun yok sayılması, Erdoğan’ın kanun ve devlet üstü saydığı çetelerin arkasında durduğunu ispatlıyor.
MİT’in 18 Nisan 2013 tarihinde hazırladığı üç sayfalık raporda, tutuklanan işadamı Rıza Sarraf’ın bazı bakanlarla ilişkisinin yaratabileceği durum hakkında uyarılarda bulunulmuş olması Erdoğan için en zayıf noktayı oluşturmaktadır. İyi lider, aynı zamanda, gerekli kararları zamanında almasını bilen bir liderdir.
Belli zümre ve gurupları, kendi çevresini ”dokunulmaz” ilan eden R.T. Erdoğan’ın başkanlık/sultanlık hayalleri ve ”Müslümanların” onun doğuştan kısmetli, şanslı, tuttuğu altın olan, Allah’ın kutlu temsilcisi sanma “efsanesi”nin yıkılması böylece kaçınılmaz hale gelmiştir.
Tayyip Erdoğan, inançlı kitlelerin bir önderi olarak, bu insanları evrensel doğrulara yöneltmek yerine, kendisini bir tür “Allah’ın ‘Müslümanlara’ hediyesi ulu Hükümdar” sayıp, herkes tarafından böyle görülme hevesinden vazgeçmemesi ağır sonuçlara yol açmaktadır.
Bu devlet üstü örgütlerin elinde biriken servetlerin, mal ve hizmetlerin vergileri alınıyor mu, alınıyorsa ne kadar parayı devlete vergi olarak ödemişler? Bu paranın kaynağı nedir? Bu “cemaatler dünyasında” dönen paralar “Ak para mı, kara para mı?” biliniyor mu? Bindikleri inanılmaz arabalar, yaşadıkları saraylar babalarından mı kaldı?
Hangi çağda yaşamaya mahküm edildik?
Anadolu toprakları ve çevresinde kendini (bir “kimlik” adı olarak) ”Müslümanlar” diye tanımlayanlar kadar, dinlerin özüne bu kadar yabancı, bir ahali görülemez. Uygarlıkların katilleri herşeyi kendileri ile başlatıyorlar. Hakim oldukları bütün bu alanlar, ve bu ahali için, vasatlıklarının nihayet Tanrı tarafından “taçlandırıldığı”, aklı/eğitimi/namusu ile belli makamlara çıkmış insanların “Monşer” veya “Dinsiz laik” diyerek ezilebildiği, onların yerine İmam Hatipli çapsız/vasıfsız/vasat insanların getirildiği ve bir milletin böyle düşüşünün “Milletin nihayet iktidarı eline aldığı” diye yorumlandığı bir dönem, aşağıda belirttiğimiz bazı politik İslamcı örgütler temelinde devam ediyor.
12 Eylül Askeri anayasası devam ediyor…Normal düzeni sağlayacak bir anayasa olmadığı için, AKP, bu general kanunlarını istediği şekilde kullanmaktan geri kalmayacaktır.
Bugün verildiği söylenen haklar aldatıcıdır, bunlar anayasal güvenceden yoksun oldukları için, kafası bozulan her bakan, istediği an herşeyi tersinden uygulayacaktır.
Bugün Türkiye’de haklar belirli bir hukuk kuralına bağlanamamıştır, yani yasal güvencelerden yoksundurlar.
Diğer taraftan, Türkiye’de her toplumsal kesim aynı ölçüde bireysel ve toplumsal haklardan eşit olarak yararlanmamaktadır.
Türk devleti Sunni İslam bir devlettir ve Türk etnik kimliğini tek kimlik olarak topluma dayatmıştır.
Türklük kavramı söylenenin tersine bir üst kimlik değildir. Bir etnisitenin kimliğidir. Bu açıdan Türk kimliği dominant olup tüm hakka sahiptir. Tüm okullar Türkçe eğitim vermektedir. Sunni inancın empoze edildiği din dersleri zorunludur. Mahalle baskısı en üst boyutlara ulaştırılmış, şehirlere göç ederek buralarda iş kurmuş Alevi kökenli insanlar artık cuma namazlarına gider olmuştur. Türk dili, kültürü devlet desteği ile sürekli gelişirken, yasaklı olan diller ve inançlar unutuluyor, farklı kültürler egemen türk kültürü tarafından yok ediliyor…
Kürdün ana dili ile eğitim yapması yasak, Alevilin kendi ibadethanesi yasak, Alevilik bir inanç olarak hiç bir statüye sahip değil, bir din mi? bir mezhep mi? Bir tarikat mı? Belli değil. Yani Alevinin bu coğrafyada daha adı yok ama en küçük demokratik hak istemleri, alay edilerek bastırılmaya çalışılıyor.
AKP iktidarı seçim dönemi öncesi Kürtleri kandırmak için paket gündeme getirmiş ve seçimleri kazandıktan sonra da bu paketler yeniden çöp tenekesine atılacaktır…
Oysa bu paketleri de Kürt hareketi karşısında çıkmaza düştüğü dönemlerde gündemleştirmiş, rahat bir seçim süreci yaşamak ve bölge insanının desteğini almak için her seçim öncesi Kürtsever ve Alevisever rollerine bürünmüştür. Ama şimdi takke düşmüş kel görünmüştür. AKP Suriye politikası ile hem Kürtlere, hem de Alevilere dost değil düşman olduğunu kanıtlamıştır. El Kaide örgütünü açıktan desteklemiş, uluslararası paralı asker sürülerinin Rojava’da ve Suriye’nin Alevi bölgelerinde toplu soykırım yapmaları için MİT kamyonaları ile ağır silahlar taşımıştır…
Yani AKP Türkiye’de daha fazlası ile bir toplum oluşturan Kürt ve Alevilere karşı katliamların planlayıcısı olmuştur. İşte bu gerçek artık ortaya çıktığı için AKP Alevilerin de Kürtlerin de hesap sorması gereken bir yapı halindedir. Artık Tayyip ve şürekası bir kez daha sahte Kürt ve Alevi açılımlarıyla bu toplumsal kesimleri kandıramayacaktır.
Aleviye “sen müslümansan ibadet merkezin cami, mescittir, Cemevi ibadet yeri değildir, bir kültür merkezidir (dün cümbüşhane idi), git ibadetini camide yap” diyor. Kürde “vergini ver, her tür hizmetini yap ama karşılığında benden kimliğine dair bir hizmet bekleme; anadilin lazımsa git pazardan satın al” diyor. Kürtlerin ve Alevilerin kimlik hakları hep yok sayılırken, aynı Erdoğan, üstüne üstlük ne kadar Sunni tarikat ve mezhep varsa bunları kanun üstü ilan etti…
MİT kamyonları ile Suriye’de savaşa katılmış bulunan AKP, nasıl ki Türkiye’de ki çeteleri kanun üstü sayıyorsa, bu ağır silahlarla masum halkı katledenleri deparalel-derin-kriminal çete örgütü değil, kanunlar, savcılar üstü, dokunulmaz müminlerin oluşturdukları kutsal birlikler olarak görüp desteklemektedir.
Bunlaın üyelerine hiç bir polis dokunamaz, hiç bir savcı başbakanın izni olmadan bu MİT kamyonlarına yaklaşamaz. Buradan da açıkça anlaşılacağı gibi MİT, Erdoğan’ın özel bir örgütü haline getirilmiştir.
AKP iktidarını ayakta tutan bu örgütler, AKP yöneticileri, Suriye ve Ortadoğuda ki diğer iç savaşlı ülkelere satılan yüz milyonlar değerinde ki silah satışlarından elde edilen rant, “Kur’an Kursları” ve “Deniz Feneri yardımları” gibi kılıflar altında yürütülen entrikalarla edinilen servetler, “türban ve türbancılar” desteğinde havaya savrulan paralar; her gün medyaya servis edilen haber ve fotoğraflardan, gerçekler su yüzüne çıkmasına rağmen, komplo, darbe deyip yollarına devam ediyorlar.
Sanki Türkiye’de kendileri dışındakiler Hristiyanmış veya bambaşka bir dindenmiş gibi kendilerine “Müslümanlar” diyen, dînî-kimlikçiler, tarihi bir son yaşıyorlar. Liderleri Tayyip Erdoğan, tam bir çöküş yaşayan AKP iktidarındaki zemin kaybını durdurmak yönünde hamleler yapıyor, ama yaptıkça durumu daha da kötüleşiyor, ve kötüleşecek.
“Müslümanlar”, kendi kaderlerini belirleyecek bir sınava girdiler ve o sınavda en kötü notu alarak çaktılar, durum en basit ifadesiyle böyle.
Sorun haline gelen “tek adam” Tayyip Erdoğan’ın belli bir gündemi dayatmasından daha kapsayıcı ve daha önemli olan, onun özgürlüklere karşı koyduğu yasakçı tavırdır yıkımını sağlayan.
11 yıldır Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcı AKP-tarikat mezhepler koalisyonu, rant kavgasında çöküyor. Din, iman perdesi altında kurulan rüşvet çarklarını gözler önüne serdi. İktidardan ve servetten daha çok pay isteyen İslamcı ve muhafazakâr sermaye çevreleri adına bir yağma düzeni kuran AKP İktidarı için yolun sonuna gelinmiş durumda. Siyasal İslam Türkiye’de de ağır bir yenilgi sürecine girdi. İslamcıların 21. Yüzyıl’ın başında modern bir devleti ve toplumu yönetme yeteneğine ve birikimine sahip olmadıkları anlaşıldı.
Türkiye’nin yeni fetret dönemi aslında 1995 yılında başlamıştı. Ülkede merkezi iktidar çeşitli güç odakları arasında (Meclis, Hükümet, TSK, Cumhurbaşkanlığı, Yüksek Yargı ve hatta üniversiteler arasında) parçalanmıştı. Fetret durumunun 2008’de AKP-Cemaat koalisyonunun devleti ele geçirmesiyle aşıldığı sanılıyordu. Ancak öyle olmadığı ortaya çıktı. Birincisi (1402) 12 yıl sürmüştü, ikincisi 18 yıldır iniş ve çıkışlarla devam ediyor belli ki.
AKP’yi ayakta tutan devlet üstü örgütler/tarikat ve hiziplerce verilen fire fazla olmadığı için muhtemelen var olan muhalafet kırıntıları da yok edilerek tek parti hegomonyası sürecine girilecektir.
Buna rağmen, Türk İslam sentezi temelinde diktacı bir bir rejimin kurulması ilkesine dayalı gerici iktidar blokunun önlenemez bir çözülme sürecine girmesi kaçınılmazdır. İslamcı tekkeler arsındaki iktidar çatışması artık dönüşü olmayan bir yoldadır. Bu süreçte her zaman en büyük soru, “biz bu kadar güçlüyken, hangi çılgın bizi yokedecekmiş şaşarız” türünden kibirlenmelerle gelirdi ve Tanrı’yı Kur’an’da yazan bir roman kahramanından ibaret sayan bu beylere kimsecikler de yanıt veremezdi! Yanıt şudur: “Sizi yokedecek bir çılgın yoksa, sizin içinizden biri o çılgınlığı yapar.”
Şu anda en akıllıca tutum, evrensel değerler temelinde ilerleyen özgürlüklerin hem önünü açmak hem de onlara angaje olmaktır.
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey