İç savaşlar sadece “iç savaş” değil. Hemen hepsi aynı zamanda birer uluslararası savaşdır. Çünkü iç savaşları dünya devletleri çıkarır sonra kendi menfaatleri gereği savaşı yönetirler kaybeden o ülke ve insanı olur….Ve savaşı “Kirli Dünya’nın Masum İnsanları” kaybeder…
Bakın Suriye’ye, sadece Esad ve muhalifler yok, aynı zamanda Suudi Arabistan, Katar, İran, Rusya, Türkiye, Amerika vb. var. Bu ülkeler her gün doğrudan ya da dolaylı yollarla bu iç savaşın tarafı hâline geliyorlar. Yaptıkları yardımlarla savaşın maliyetinin önemli bir kısmını yükleniyorlar, çatışmaların süresini ve şiddetini artırıyorlar. Dolayısıyla bir tarafta çıkarları birbiriyle çatışan ve her daim kendi stratejik hedeflerinin peşinde olan devletler var.
Durum buyken son 3 yıldır Suriye’ye “insani müdahale” ne gerçekleşti ne de tam anlamıyla masadan kalktı. Tam da bu nedenle, Soğuk Savaş sonrası yaşanan bütün iç savaşlarda olduğu gibi, Suriye’de de “insani” müdahale, kazanılması gereken bir siyasal hedef haline geldi.
Mesele artık sadece devletin ya da belirli bir toprak parçasının kontrolü değildi. Uluslararası müdahaleyi engellemek ya da mümkün kılmak.
Suriye’de iç savaş böyleken birde masum insanların hayatına bakalım…
Henüz küçücük yavrular onlar. Bomba, top ve tüfek seslerinden yükselen korku ve panikle tatlı uykularından fırlayıp yatağın diğer bir kenarına sıçrıyorlar her gece. Sokakta kör bir kurşuna hedef olmamak için bazen günlerce, bazen de aylarca dışarı çıkmalarına izin verilmiyor anneleri tarafından. Güneşe hasret geçiriyorlar günlerini. Yağmurları, karı ve dolunayı görmüyorlar uzun zaman….
Günlerce kuru ekmekten başka bir şey geçmiyor boğazlarından. Taş gibi sert bir parça ekmeği çocuklarının ellerine tutuştururken yanında başka bir şey yedirememenin sıkıntısıyla gözleri hep yaşlı kalıyor annelerin.
Gece yarılarında ortalığı cehenneme çeviren silah sesleri saatlerce uyumalarına izin vermiyor. Korkuyla sıçrayarak ve annelerine sarılarak sıkıntılı saatlerin bitmesini bekliyorlar. Silah seslerinin kıyamet sahnesini andırdığı anlarda parmaklarıyla kulaklarını sıkıca kapatarak küçücük yüreklerini hoplatan seslerin son bulmasını bekliyorlar. Sesler uzun süre devam edince “Korkuyorum anne! Sarıl bana!” diyor, daha fazla sarılıyorlar annelerine….
Kimseden bir şey istedikleri de yok. Sadece dünyalarının kirlenmemesini, bozulmamasını ve karanlığa gömülmemesini istiyorlar. Sularının ve elektriklerinin kesilmemesini, güneşlerinin, aylarının, kar ve yağmurlarının engellenmemesini ve havalarının kirletilmemesini istiyorlar.
Hırsın, sömürünün, zulmün ve zorbalığın kol gezdiği dünyada masum çocukların hiçbir karşılığı yok. Hiç kimse onların hesabını bile yapmıyor. İnsanlar birbirlerinin kanını oluk oluk akıtırken onların küçük yüreklerinin sesini duyan kulaklardan da haber yok. Ağlama sesleri ve çığlıkları annelerinin dışında kimselerin kulağına ulaşmıyor…
Melekler gibi günahsız bu masum yavrular zalimlerin güç savaşlarının ortasında kalmış durumda…..
Peki İktidar sahipleri neden daha çok güçlü olmayı ister…
Tabiki insan’ın doyumsuzluğudur. Bu insan’ın doğasında olan birşeydir. İktidarın başındaki lider ne kadar güçlenirse güçlensin daha da güçlü olmak ister ve son rakibi Tanrı olur. Onlar bunu kabul etseler de, etmeseler de. Bu bir gerçekdir.
İktidarlar iki şeyi gerçek anlamda düşünemezler: İktidardan ve hayattan ayrılmayı. Aslında ikisi de neredeyse aynı kapıya çıkar onlar için; siyasi ölüm de bir ölümdür….