Sorunları, Kadıköy parlamentosu çözer

TUĞBA TEKEREK-TARAF

Yaşanan hukuk skandalını değerlendiren Ümit Kardaş’a göre, temiz toplum için tek çare, yerinden yönetim ve küçük devlet 

2014’e, geçen yılın sonunda patlayan yolsuzluk soruşturması ve deyim yerindeyse havada uçuşan yumrukların altında girdik. Bu yılın daha özgür ve demokratik bir ortamda yaşadığımız bir dönemin başlangıcı olabilmesi için yolsuzluk soruşturmasının açığa çıkardıklarını iyi analiz etmek gerekiyor. Yaşananlar genellikle “AKP-cemaat arasındaki güç savaşı” olarak yorumlanırken, biz bunları yıllarca ordunun içinde hukukçu olarak bulunmuş ve askeri vesayetin kalkması için mücadele vermiş olan Dr. Ümit Kardaş’a sorduk. 22 yıl boyunca askeri hakimlik yapan Kardaş halen Taraf Gazetesi’nde köşe yazarı ve Fatih Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi. Kardaş güç mücadelesine odaklanmak yerine Erdoğan’ın şahsında yatay ve dikey güç yoğunlaşmasına dikkat çekiyor. “Çözüm gücün bölgelere dağıtılmasında” diyor.


Yolsuzluk operasyonlarını bazıları “milletin iradesine kastetmek” olarak görüyor. “Siyasi bir saikle yapıldığı için buradan adalet çıkmaz” diyor. Katılıyor musunuz?

Milletin iradesini kutsallaştırmak, bir tabu haline getirmek doğru değil. Çünkü demokrasi sadece millet iradesi değil. Sadece buna göre hareket ettiğinizde, millet hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını isterse ne yapacaksınız? “Millet bize yetki verdi” deyip, hukuka aykırı siyaset yapamazsınız.


Böyle bir siyaset eleştirilebilir tabii. Ama bir soruşturmanın siyasi saiklerle yapılması önemli değil mi sizce?

“Siyaset dizayn ediliyor” gibi analizleri siyasetbilimciler yapabilir. Ama bizim şunu görmemiz lazım; 11 yıl fevkalade uzun bir iktidar dönemidir. İktidar yorulur, istikametini kaybeder, kirlenir. Ve bu süreçte bir de kentsel dönüşüm gerçekleşiyor, müthiş bir rant yaratma hali. Problem bu rantın merkezde yaratılması. Müthiş merkeziyetçi, bir o kadar da otoriter bir rejim var. Bu yapıda iktidar merkezde şahsileşiyor. Millet iradesi dediğiniz şey, adeta bir kişinin iradesinde toplanıyor. Bu tarihsel bir problem.

Nasıl yani?

Mesela 2. Abdülhamit’in kendisini aşan idealleri vardı. İmparatorluğu modernleştirmek ve İttihad-ı İslam’ı kurmak istiyordu. Bunun için Parlamento’yu kapattı, tam bir mutlakiyet oluşturdu. İktidar Abdülhamit’in şahsında merkezileşti. Mustafa Kemal de “Batılı bir toplum yaratacağım” dedi. Bu da bir insanın sınırlarını aşan bir şeydi. Bunu yaparken Atatürk de siyaseti merkezde tamamen şahsileştirdi. Ve geldik Erdoğan’a… Onun da Mustafa Kemal gibi, Abdülhamit gibi idealleri var kendince. Ortadoğu’yla ilgili hedefleri var, “2023’te bunları, 2071’de şunları yapacağız” diyor. Bunu derken de iktidarı merkezde kendi şahsında temerküz ettiriyor.


Tüm bunlar yolsuzluk meselesine nasıl bağlanıyor?

Kentsel dönüşümde müthiş rant yaratıyorsunuz. Ve bunu tek başınıza yapıyorsunuz. Bakanı bile dedi ki, “Başbakan söyledi, ben yaptım.” Düşünün merkezde biri var, istediği yerde istediği rantı yaratabiliyor. Ona 10 kat, öbürüne 20 kat, diğerine 30 kat veriyor. Bunun bir kirlenme getirmemesi mümkün değil. Bagajınız dolar taşar. Nitekim iktidarın bagajı 11 yıldır doldu taştı. Mesele bu. “Efendim, bu operasyon siyasi…” O işin bir yanı ama esas mesele kirlenmişlik, yorgunluk, istikamet kaybı ve iktidarın merkezde şahsileşmesi.

Merkezde güç yoğunlaşmasına karşı, sistemin önlemleri yok mu?

Orada gücün frenlemesi meselesi geliyor. Yasama yürütme yargı erkleri var. Ama bu yolsuzluk operasyonunda yargı devredışı bırakıldı, operasyon tepeye doğru gidince bir refleks olarak bariyer kuruldu, yönetmelik değişikliği şunlar bunlar yapıldı. O zaman, çöküş dediğim şey yaşanmış oldu. Bu yatay güç dengesi. Bir de dikey güç dengesi var. İktidarın merkezde şahsileşmesini engellemek için gücün dikey olarak devredilip frenlenmesi gerek. Bu da merkezin yetkilerini bölgelere devretmesi anlamına geliyor. Ama bizde varolan durumda, hem yatay hem dikey olarak güç tek şahısta toplanıyor.

Kentsel dönüşümde rant kontrolü bölgelerde olsaydı suiistimal olmaz mıydı?

Olurdu ama denetlenmesi daha mümkündü. Bir suiistimal durumunda siz merkezde başbakana nasıl gideceksiniz, kime ne diyeceksiniz? Ama diyelim ki İstanbul’da Kadıköy Parlamentosu var. Parlamenterleri yolda görmeniz mümkün. Sizin parlamentoya girip çıkmanız mümkün. Böyle bir durumda Kadıköylülerin istemediği bir proje yapılabilir mi? Bir de gücü merkezde topladığınızda tebaa çıkar ortaya, bölge uygulamasından ise birey çıkar, sivil çıkar. Daha çok katılımcılık olur. Size ilginç bir şey söyleyeyim: 1921 anayasası da aynen böyle bir sistem öngörüyor.


Nasıl bir sistem?

O günün şartlarında, anayasanın 13-14 maddesi yani yarısı özerklikle ilgili. İlde ve nahiyelerde meclisler kuruluyor, vekiller seçimle geliyor ve sağlıktan eğitime bütün yetkiler bölgeye veriliyor. Sonra 1924’te birden iktidarın merkezde toplanmasına karar veriliyor. Devrim yapılacak çünkü! 1921 anayasasında yazılanları bugün tartışmıyoruz bile. Dünyanın hiçbir yerinde böyle merkeziyetçi rejimler kalmadı. Rusya gibi ülkelerde var sadece. Avrupa’da federatif yapılar özerk yapılar var. ABD öyle, Kanada öyle. Yerelde demokrasi olmazsa, ülkede demokrasi olmaz. Demokrasi için mutlaka yetki devrinde bulunmak zorundasınız.

Alevi yargıçlardan da şikayet vardı

Cemaatin emniyet ve yargıda örgütlenmiş olmasından, “paralel devlet”ten “bahsediliyor. Sizce var mı böyle bir yapılanma?

Ben Türkiye’de devletin derin olduğunu, böyle kurulduğunu ve böyle devam ettiğini düşünüyorum. İçinde “derin yapılar” var mı? Hangisi “derin,” hangisi “paralel”? Bu çete de öbür taraftaki ne? Tüm bunlar tartışılır. Ama ben asıl meselenin yine bir demokrasi, hukuk ve özgürlük meselesi olduğunu düşünüyorum.

Nasıl yani?

Mesela bu iktidar başa geldiğinde Alevi bürokratlardan, Alevi yargıdan şikayet ediliyordu, “HSYK’da kümelenmişler” deniyordu. Peki bu, Aleviler’in hep mağdur edilme psikolojisiyle ilgili olabilir mi? Bu mağduriyeti engellemeye yönelik bir çaba olabilir mi? Gerçekten de Alevilerin Osmanlı’dan bu yana sürekli bir mağduriyeti var.

Gülen cemaati de mi böyle hissediyor?

Evet onların da kendine göre mağduriyetleri var; 28 şubat süreci, terör örgütü kapsamına sokulmak…. Bence Cemaat şunu düşünüyor. “Ben devlet tarafından sürekli bir tehdit altındayım. O zaman devletin mekanizmalarında yer almalıyım. Benden vali, kaymakam olmalı, hakim polis olmalı ki, bana yönelik bir operasyonda mağdur olmamak için bariyerimi, devlet içinde kurayım.” Bu aslında demokrasinin, hukuk güvenliğinin olmamasının bir sonucu. Eğer devlet topluma daha az tasallut etse, daha az devlet daha çok toplum olsa, bir de yetkiler merkezden bölgelere devredilse oralar kimseye o kadar cazip gelmez. Herkes kendi mağduriyetini önlemeye yönelik devletin önemli noktalarına gelme ihtiyacı hissediyor, çünkü hukuk devleti yok, demokrasi yok.

Ama Cemaatle ilgili şöyle bir yorum da var: Kendini güvenceye almak için değil de devlet politikalarına yön vermek için oradalar. Bir tehdit olmasa da oraları “ele geçirmek” istiyorlar.

Bu da bir ihtimal, ama aynı zamanda bir niyet okuma. Benim gördüklerimden çıkardığımsa şu: Uzun süre elitist, modern, laik kesim devleti idare etti, devleti ele geçirmişti. Ardından, AKP devleti ele geçirmeye çalıştı. Sonra bir de ortak çıktı; Cemaat. Niye herkes devleti ele geçirmek istiyor? Çünkü devlet önemli bir kale. Cazip olmaktan çıkaralım onu. Demokrasisi gelişmiş ülkeler bile “devleti nasıl daha fazla minimalize ederiz”in peşindeler. Bugünden itibaren oturup devleti yeniden tanımlamalıyız. O zaman kavgalar bitecek, devlet ele geçirilen bir şey olmayacak. Niçin savaş olur? Çünkü ganimet var.


Devleti ganimet kapısı olmaktan çıkarmak lazım, diyorsunuz…

Evet. Çünkü devleti ele geçirdiğinizde rantlar dağıtıyorsunuz. Çevrenize bağışlıyorsunuz, kendinize alıyorsunuz. Ayakkabı kutularında, orada burada tutuyorsunuz. Bir ganimet var orada. Ne güzel!

İkinci dosyadan beklentim yok

Yolsuzluk dosyalarının akıbeti ne olur sizce?

Birinci operasyon açısından kapatılması zor. Uzun bir takip var, bulunan paralarvar. Yeni savcılar da bu kadar delil varken ne yapabilirler bilmiyorum. Soruşturmanın tehlikeye girmesi sınırlandırılması mümkün tabii ki. İkinci operasyonsa zaten yapılamadı ve deşifre edildi. Başbakan’ın oğluna kadar gittiği de biliniyor. O nedenle bu saatten sonra bu operasyondan pek bir şey beklemek mümkün gözükmüyor.

Ergenekon’un mağdurları

Cemaatle AKP arasında çatışma çıkınca Ergenekon-Balyoz davalarının yeniden görülmesi gündeme geldi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

“Yeni bir paradigmayla yeni bir döneme başlıyoruz. Hem bir yüzleşmeye hem siyasi anlamda bir affa ihtiyacımız var” denilebilir. “ KCK tutuklularını da affedeceğiz, TMK’ya da artık ihtiyacımız yok” denilebilir. Bunlar eşzamanlı yapılabilirse, olur. Güney Afrika’da apartheid dönemi bitip yeni anayasa yapılırken, sürece katılan siyasetçiler “Anayasa inşa süreci, öfke ve intikam duygularımızdan kurtulmamıza vesile oldu” diyor. Ortaya çıkan Güney Afrika anayasası da hakikaten güzel bir anayasa oldu. 11 resmi dili olan, 9 bölgeye ayrılmış, bölge parlamentolarını oluşturmuş bir ülke çıktı ortaya. Biz de bunu böyle gerçek bir demokrasi inşası içinde yapabiliriz. Ama anayasa yok, yüzleşme yok, “Genel af çıkaralım.” Bu, olmaz.


Ergenekon-Balyoz’la KCK’yı aynı kefeye koymak, Kürtlere haksızlık değil mi?

Çok haksızlık. Birinde hak talepleri var, dğerinde doğrudan demokratik düzene kastetme… Ama Ergenekon ve Balyoz’la ilgili de adil yargılama konusunda çok fazla eleştiri yapılıyor. Mağduriyete uğramış insanlar var. Gerçekten de davalarda kapsam biraz fazla genişletildi. Bir toplumsal ve siyasi barışa giderken bunların hangilerini nasıl affedeceğiz, bunun tartışılması lazım. Sadece azmettiricileri, üst düzey yöneticileri tutacak, diğerlerini bu affın kapsamına sokacak bir formül bulunabilir. Öte yandah hükümetin müttefik arayışı içinde Ergenekon ve Balyoz’da yeniden yargılama yapması daha tehlikeli. “Yeni delil bulduk” deyip yeniden yargılama yapabilirsiniz ama “Bunlar yanlış delil” deyip onları aklayabilirsiniz de… Böyle bir tehlike var.

KÜRTLER DE YILLARDIR BUNU İSTİYOR ZATEN


Yolsuzlukların olduğu bir ülke demokratik olabilir mi?

Düşünün, devletin tepesine kadar ulaşmış bir yolsuzluk var ve siz iktidardasanız, siyaseti daha demokratik yöntemlerle uygular mısınız? Telaşla her şeyi kapatmaya çalışırsınız, kontrol mekanizmaları kurarsınız. İfade özgürlüğü, medya “Aman sızmasın” anlayışına göre şekillendirilir. Kutuplaşma yaratırsınız. Çünkü korkunuz vardır artık, o korku sizi daha çatışmacı yapar. Bu siyaseti de barışı da etkiler.

Peki ya Kürtlerle barış süreci… O nasıl etkilenir bu olanlardan?

Barış süreci çok güzel, insanlar ölmüyor. Ama bunun dışında ne yapıldı? Başbakan Diyarbakır’da “Kürdistan” dedi. O kadar! Bir “mış” gibi yapma durumu. Yolsuzluk operasyonu olmasaydı, Başbakan Kürt sorununu çözecek miydi? İmkanı yok. Yerel seçimler arkasından kendi seçimleri sonra da genel seçimler var. Onun hedefi bu süreçte kan dökülmesin, kendi politikamı uygulayayım. Kürt sorununu çözmek isteselerdi anayasa yaparlardı, TMK’yı kaldırırlardı. Barış süreci, bu kadar sürüncemede bırakılacak bir şey değil, bir reform yaptığınızda anlam taşır. Merkezin yetkilerini tartışmıyorsanız, barış süreci değdiniz şeyin ilerlemesi mümkün değil zaten.

Yolsuzluğun da Kürt sorununun çözümü de aynı yerde, öyle mi?

Evet. İktidar merkezdeki gücü Türkiye geneline yaymayı, demokrasiyi yerelleştirmeyi düşünseydi böyle yolsuzluklar tabii ki olmayacaktı. Kürtler de bunu istiyor zaten: Özerklik. “Bize yetki verin” diyorlar.

*

*

Top